You are currently viewing Derdimi Seviyorum (?)

Derdimi Seviyorum (?)

En küçük varlıktan en büyüğüne kadar hepsini içinde barındıran kainat denge içerisinde yaratılmıştır. Bu dengeden, en şerefli mahluk olan ve bu şerefe layık olma hedefi konulan insan da nasibini almıştır. Öyle bir denge ki ruhtan kalbe, akıldan bedene kadar yaşamın bütün alanına yayılmıştır. Terazi kefesi veya tahterevalli gibi büyük-küçük, az-çok daima kendini göstermekte. Yeme-içmeden düşünmeye, konuşmadan dinlemeye, sevgiden nefrete kadar uzanan bir denge. Her ikisi de meydanda, her ikisi de işlevsel, her ikisi de hayatın olağan akışı içerisinde, dengeyle. Biri azsa diğeri çok, biri küçükse biri büyük ama hepsi iç içe, birbirini takip etmekte. Sevgi de insanca, nefret de; mutluluk da insan için, üzüntü, keder de. Varlık sebeplerini bilince insan ve doğru istikamette kullanmaya başladıkça, hayat anlam kazanmakta. Zira mutluluğun bitmesi üzüntü verebileceği gibi, kederin bitmesi dahi mutlu etmekte insanı. Ne yazık ki bu dengeyi anlayamamış, anlamlandıramamış veya sağlayamamış kişiler birçok problemle karşılaşmakta.

Kainatın dengesi içinde insan, kendi dengesini araştırmaya çabaladıkça acıyla karşılaşıyor; hayatın acısı, gerçeklerin acısı, yüzleşme ve kabullenmenin acısı. Bundan olsa gerek Prof. Frankl; “Acı da yaşamın kader ve ölüm kadar silinmez bir parçasıdır. Acı ve ölüm olmaksızın insan, yaşamı tamamlamış olmaz.” diyor ve ekliyor “Yaşamak acı çekmektir. Yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda anlam bulmaktır.” Ve sormak gerekiyor belki de, “Neden ben?” yerine “Nedir hikmeti?” diye. Dertler yetiştiriyor insanı, hüzün ve keder tamamlıyor anlamı. Her acı kişiye özel, küçük-büyük, kişiye göre değişse de mutlaka insan arıyor dermanı. Bir dertle baş başayken, başka bir dertte (derde) saklıyor armağanı. (Irvin) Yalom dolduruyor bu anı: “Büyük acılar, daha önemsizlerin hissedilmesini engeller ve tersine büyük acıların yokluğunda en küçük dertler ve sıkıntılar bile bize büyük acı verir.”

Sevilir mi dertler, güzellik katar mı hayata acılar ve keder? Hayatın bir parçasıysa sıkıntılar eğer, kaçış yoksa, el mahkumsa, derdi çekmeye değer. İyi günde “oh, oh” derken, dertle sıkıştığında “ah” demek çok erken. Özellikle de sabır merhemi varken. “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git”te, Peder Thomas’ı şöyle konuşturur Canan TAN : “Yalnızca acı insanı geliştirir. Ama acıyla göğüs göğse gelmelisiniz, kaçmaya çalışan ya da ağlayıp sızlayan kaybetmeye mahkumdur.” Derdim var diye üzülme, sıkıntı çekiyorum diye dövünme, Prof. Kemal SAYAR gibi “Dert sahibiyim, o halde varım.” de. Derdimiz varsa varız, yoksa bulmalıyız. Güneşin batışını görmekten üzüntü duyduğun için, doğuşunu izlemekten zevk almayı reddetme (Yalom). Gülü severken elime diken batacak, hediye kutusunu açarken kollarım yorulacak diye sevgi ve hediyeden mahrum kalma. Her şeyin bir süresi olduğu gibi dert de geçici, bitiyor, süresi var, yeter ki acının içine dalmaya ver karar. Sorun, çok deyip ahlayıp vahladıkça büyür, dert benim deyip “derdini” çektikçe küçülür. Her bir derdin var bir ederi, bilmem kaç birimse o kadardır değeri. Derdin derdiyle dertlenince dert, dert olmaktan çıkar; üstesinden gelen insan huzuruna bakar. Bir de başkalarının dertleriyle dertlenmek var: Her bir dilek/dua için “Senin için de olsun.” der melekler, derdini de unutur insan huzur bulur, mutluluk duyar. Daha nice bilinmedik mükafat, lütuf ve ihsan var.

Keder ve acılar da sonlu ve geçici. Her zaman “Benim derdim en büyük.” diyen insan bakmaz çevreye, bir dert biter başka bir dert girer devreye. “Yaşam dişçiye gitmeye benzer. Her seferinde daha kötüsünün yaşanmadığına inanırsın, oysa yaşanmış bitmiştir.” der Bismarck. Her acı da yaşanıp bitmeye mahkum, yeter ki acıyı yönlendirmeye bak. İsviçre’de bir deney yapılır. Artık hayattan bıkmış ve ölüme razı olmuş biri başvurur ölümünün gerçekleştirilmesi için. Denek olarak kullanılmasıyla izin alınır ve vakti geldiğinde kişi ölüm sandalyesine oturtulur, gözleri bağlanır. Bileklerinin kesilip kanın boşalmasıyla öleceği söylenir. Soğuk suyla ıslatılmış bıçak bileklerine dokundurulur. Aslında bilekleri kesilmemiştir ama sonuç beklenildiği gibidir: Yavaş yavaş kendini kaybeden ve tansiyonu düşen denek belli bir süre sonra ölmüştür. Eğer ölüme razıysak ölürüz. Acı ve kederin bizi bitirmesine rıza gösterirsek, biteriz. Ancak, ölmeyi istemeyip Rabbim de murad buyurursa ömür de uzayabilir. Acı ve keder, Mevlana’nın deyişiyle “misafir” gözüyle bakıp, Gönderenin hatırına sabredilerek yönlendirilebilir, kontrol altında tutulabilir. Salman Khanne de Ruhsal Terapi kitabında “Cennet zihinsel bir haldir. Zihninizde olan cenneti, kendimizi negatif düşüncelerden kurtardığımız zaman yakalar ve yaşarsınız. Negatif düşüncelerden arınarak, ruhumuzu hastalıklardan kurtardığımız gibi ruhunuzun evi sayılan bedeninizi de hastalıklardan kurtarmış olursunuz.” demekte ve Mevlana noktayı koymakta: “İçindeki kapıyı çal, başka kapıyı değil.” Çünkü; ruh teşhis eder, akıl tetkik eder, kalp tasdik eder, beden tatbik eder.

Acı ve kederi yönlendirecek güç içimizde, yeter ki keşfedelim. Sabır da bizde, koyvermek de; azim de bizde, ülfet de. Sahip olduklarımıza bakıp istek ve dileklerimize dikkat kesilmeli ve bu gözle bakabilmeli.

– Güç istedim. Ve Yaratıcı, beni güçlü yapmak için karşıma zorluklar çıkardı.

– Bilgelik istedim. Ve Yaratıcı, bana çözmem için sorunlar verdi.

– Zenginlik istedim. Ve Yaratıcı, çalışmam için bana beyin ve güçlü kaslar verdi.

– Cesaret istedim. Ve Yaratıcı, üstesinden gelmem için bana tehlikeler verdi.

– Sevgi istedim. Ve Yaratıcı, yardım etmem için sorumlu insanlar verdi.

– İyilik istedim. Ve Yaratıcı, bana fırsatlar verdi.

  İstediğim hiçbir şeyi elde edemedim. İhtiyacım olan her şeyi elde ettim. (Salman Khanne)

Kimini derdi çeker, olur heder; kimi derdini çeker, kalmaz keder; fakat hangi tercih olursa olsun kader adalet eder, dengeler.

Barış Yılmaz– Psikolojik Danışman

Bir cevap yazın